Ana Sayfa Blog Sayfa 2

Fatih Sultan Mehmed ve Lorenzo de’ Medici

0

Diplomasi, Sanat ve Siyaset Arasında Bir Karşılaşma

Fatih Sultan Mehmed’in genç bir adamla birlikte resmedildiği portre, günümüzde Londra’daki National Gallery’de sergilenmekte olan ünlü portresiyle doğrudan bağlantılıdır. Söz konusu portrenin sol tarafında yer alan genç figür, Mehmed’in yanında durmaktadır. Bu tablo, uzun süre Gentile Bellini ve atölyesi tarafından yapılmış sayılmıştır. Ancak artık birçok sanat tarihçisi, eserin sadece Bellini’ye ait olduğunu düşünmektedir.

Bu portrede kullanılan görsel ögeler, Costanzo da Ferrara, Bellini ve Bertoldo di Giovanni gibi dönemin önemli sanatçılarının yaptığı madalyonlarla da benzerlik gösterir. Konuyla ilgili en kapsamlı akademik çalışmalardan biri J. Raby tarafından 1987 yılında yayımlanmıştır.

Fatih Sultan Mehmed ve Floransa Arasındaki Bağlantılar

Fatih’in hayatı ve kişiliği üzerine yazılmış en güvenilir kaynaklardan biri hâlâ Franz Babinger’in 70 yıl önce yazdığı Mehmed der Eroberer und seine Zeit adlı eseridir. Bu çalışmanın 1957 tarihli İtalyanca çevirisinin ilk görselinde, tartışılan bu tablonun yer aldığı ve altında “II. Mehmed’in (sağda) göz ardı edilmiş bir portresi, Gentile Bellini eseri” ifadesi bulunur Ephesus Day Trips.

Venedik ile Osmanlı ilişkileri sıkça incelenmiş olsa da, Osmanlı ile Floransa arasındaki bağlar daha az bilinir. Oysa bu iki devletin yolları, özellikle Lorenzo de’ Medici zamanında birkaç kez kesişmiştir. Lorenzo’nun kardeşi Giuliano de’ Medici, 26 Nisan 1478’de Floransa Katedrali’nde düzenlenen bir ayin sırasında çıkan Pazzi Komplosu sonucunda öldürülür. Lorenzo bu suikastten sağ kurtulur ve kısa sürede suçluların peşine düşer.

Osmanlı’ya Sığınan Katil ve Diplomatik Geri Alım Süreci

Suikastı düzenleyenlerden Bernardo Bandini de Baroncelli, Osmanlı topraklarına kaçarak Pera’da (bugünkü Beyoğlu) saklanır. Ancak varlığı kısa sürede fark edilir. İstanbul’da yaşayan ve Lorenzo’ya yakın olan ajan Bernardo Peruzzi, Mayıs 1479’da Lorenzo’ya bir mektup yazarak Bandini’nin tutuklandığını bildirir Fatih Sultan Mehmed’in Siyasi ve Bürokrasideki Reformları.

Lorenzo’nun İstanbul’daki temsilcisi olan Lorenzo Carducci, suçlunun hemen iade edilmesini değil, bu sürecin diplomatik bir pazarlığa dönüşmesini sağlar. 11 Temmuz 1479’da Antonio Bernardetto de’ Medici, hem ticari konuları görüşmek hem de esas olarak Bernardo’yu Floransa’ya getirmek amacıyla özel elçi (oratore) olarak atanır. Bandini, Ragusa (Dubrovnik) ve Ancona üzerinden geri getirilir ve 29 Aralık 1479’da Floransa’daki Bargello Kulesi’nde idam edilir.

Türk Usulü Giysi Şaşkınlığı

Bernardo Bandini idam edildiğinde üzerindeki kıyafetler dikkat çeker: Hâlâ di foggia turchesca yani “Türk tarzı” elbise giymektedir. Bu durum hem halk arasında hem de dönemin tarihçileri arasında büyük şaşkınlık yaratmıştır. Bu olay, Fatih döneminin diplomasi, adalet ve uluslararası ilişkilerdeki etkili rolünü ve Batı dünyasıyla olan karmaşık ilişkilerini gözler önüne sermektedir.

Fatih Sultan Mehmed’in Siyasi ve Bürokrasideki Reformları

0

Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı tarihinin dönüm noktası olan bir hükümdar olarak sadece bir fetihçi değil, aynı zamanda yeni bir imparatorluk düzeninin kurucusu olmuştur. O, siyasi anlamda büyük hedeflere yönelmiş, bu hedeflerin bir kısmını ömrü yetmediği için tamamlayamamış, ancak ondan sonra gelen Osmanlı padişahları bu vizyonu geliştirerek uygulamaya devam etmiştir. Bu sayede Osmanlı Devleti, cihanşümul (evrensel) bir güç kimliği kazanmıştır.

Merkezi Devlet Modeline Geçiş

Fatih’in reformları yalnızca askeri ve siyasi alanda sınırlı kalmamış, devletin bürokratik yapısında da köklü değişimlere yol açmıştır. Özellikle merkeziyetçi yönetim anlayışının güçlenmesiyle Osmanlı Devleti, daha sistemli ve denetlenebilir bir yapıya kavuşmuştur Leonardo da Vinci’nin Çizimi ve Osmanlı-Floransa İlişkileri.

Bu dönüşümün en belirgin kanıtları, bugün Osmanlı Arşivi’nde bulunan kayıtlar ve belgelerde açıkça görülmektedir. Fatih dönemine ait defter serileri, özellikle timar sisteminin yeniden yapılandırılmasına dair bilgiler açısından son derece önemlidir. Devletin gelirlerini ve askeri gücünü düzenli hale getiren timar teşkilatı, bu dönemde ciddi bir denetim ve kayıt altına alma sürecinden geçirilmiştir.

Tahrir Defterleri ve Yönetim Sistemi

Fatih’in başlattığı büyük arazi tahrirleri, yani ülke topraklarının gelir açısından kayıt altına alınması, hem mali hem de askeri düzenin sağlam temellere oturmasını sağlamıştır. Bu tahrir defterleri sayesinde, vergiler sistemli biçimde toplanmış, dirliklerin dağılımı belirlenmiş ve askeri personelin sorumlulukları netleştirilmiştir Ephesus Tour Guide.

Bürokrasinin işleyişini belirleyen en önemli belgelerden biri ise Teşkilat Kanunnamesi olmuştur. Bu kanunname, devletin idari yapısını ayrıntılı şekilde düzenleyerek gelecekteki hükümdarlara güçlü bir model bırakmıştır.

Kanunlaştırma Sürecinin Devamı

Fatih’in başlattığı bu kanunlaştırma süreci, sadece kendi dönemine özgü kalmamıştır. II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibi sonraki padişahlar, bu sistemin üstüne yeni düzenlemeler eklemiş ve devlet yapısının sürekliliğini sağlamışlardır.

Özellikle bu padişahların hazırlattığı genel kanunnameler, Fatih’in temelini attığı sistemin geliştirilerek sürdürüldüğünü göstermektedir. Böylece Osmanlı Devleti, sadece askeri başarılara değil, hukuki ve idari anlamda da kurumsallaşmış bir imparatorluk yapısına kavuşmuştur.

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinin çok ötesinde bir vizyonun temsilcisidir. Siyasi hedefleri kadar, kurumsal düzenlemeleriyle de Osmanlı’yı dünya çapında bir güç haline getiren bu reformcu padişah, ardında yapısal temelleri sağlam bir devlet bırakmıştır. Onun başlattığı bu dönüşüm, Osmanlı’nın ilerleyen yüzyıllarda da ayakta kalmasını sağlayan en temel miraslardan biri olmuştur.

Keliğra Sultan’ın Tekkesindeki Kayalar ve Kuyu Delikleri

0

Yüksek Kayalar ve Kuyu Delikleri

Keliğra Sultan Tekkesinin çevresindeki kayalar oldukça yüksektir ve her iki yanında birçok kuyu deliği bulunmaktadır. Bu kayalar, gökyüzüne doğru yükselerek Bîsütun Dağı’nı andırır. Kayaların alt kısmı boştur ve bu boşluklar, eski zamanlarda insanların kayalarla ilgili birçok şey yaptığı yerlerdi. Kayaların üzerinde bulunan kuyu ağızları, halkın kullanımı için önemli bir yer haline gelmiş. Bu kuyulardan, gemi reisi olanlar arpa ve buğday gibi malzemeleri alıp kayaların altına dökerlerdi. Bu malzemeler, kuyulardan gemi ambarlarına dökülüp dolardı. Eskiden, Ferhad gibi kefereler bu kuyuları kazmışlardır. Gemiler, bu kayaların altına girerek demir bırakabilirler, ancak bu yerin çok özel ve alışılmadık bir özellikleri vardır. Gemiye çuvallarla malzeme indirilemez, çünkü her taraftan uzak yollara sahiptir. Bu yollar oldukça sarptır ve bir insanın bu kayalara tırmanması neredeyse keçi gibi bir beceri gerektirir Keliğra Sultan ve Tekkesinin Öyküsü.

Keliğra Kayalıklarının Özellikleri ve Fırtınalar

Keliğra Sultan Tekkesinin çevresindeki kayalar, Karadeniz sahilinde benzeri olmayan bir yapıya sahiptir. Lodos rüzgârı, kıble rüzgârı ve gün doğusundan gelen fırtınalar bu kayalarla çarpıştığında, gök gürültüsüne benzeyen bir ses çıkar. Bu ses, Silistre yakınlarındaki Afalatar ve Alhanlar’a kadar duyulabilir. Kayalar, Samanyolu gibi göğe doğru baş uzatmış ve büyük bir ihtişama sahiptir. Kayaların üzerinde şahinler, çaylaklar ve miskî kartallar yuva yapmaktadır. Her kartal, bir koyun kadar büyüklükte olabilir. Bazı insanlar, tekkede kurban kestikten sonra bu kartallara dağıtırlar. Ancak bazı kurbanlar kabul görmez ve bu kurbanlar yenmez. İnsanlar arasında böyle bir inanış bulunmaktadır.

Keliğra Sultan Kalesi ve Yapısı

Keliğra Sultan’ın yakınlarında, oldukça dikkat çekici bir kale vardır. Bu kale, Madyan Oğlu Yanko’nun kardeşi olan Tarih-i Yunan’ın sahibi olan Yanvan Kralı tarafından yapılmıştır. Yıldırım Bayezid Han’ın oğlu Musa Çelebi, bu kaleyi Rumlardan fethetmiştir. Kale, Balçık kazasında ve deniz kıyısında, bulutlara kadar yükselen dörtgen bir yapıya sahiptir. Kalede evler, cami, han ya da çarşı gibi yapılar yoktur. Ayrıca bir kale muhafızı, askerler ya da cephane bulunmaz. Yalnızca yüksek kayalar üzerine inşa edilmiştir ve tek bir kapısı batıya bakmaktadır. Kale, doğu tarafında 100 kulaçlık uçurum kayalarla çevrilidir ve altı boştur. Bu yapı, Keliğra Sultan kayalıkları üzerine kurulmuştur.

Kale ve Yağmalanması

Tarihsel olarak, bu kalede önemli olaylar yaşanmıştır. 18. yüzyılda, Nasıf Paşazâde Hüseyin Paşa, Özü eyaletine mutasarrıf olduğu sırada, bu kaleyi Ruslar birkaç kez yağmalamıştır. Bu yağmalama sırasında, kalenin halkı esir alınmış ve yerel halk büyük zorluklar yaşamıştır. Ruslar, bu bölgede halkı esir alırken, yerel halk bu baskılara karşı büyük bir direnç gösterememiştir istanbul private tours.

Keliğra Sultan Tekke ve çevresi, hem manevi hem de doğal güzellikleriyle büyük bir öneme sahiptir. Hem tarihi hem de kültürel bakımdan bölgedeki kayalıklar ve yapıların her biri, birçok efsane ve hikâye barındırmaktadır. Bu yüzden bu bölge, halk arasında hem saygı gösterilen hem de merakla ziyaret edilen bir yer haline gelmiştir.

Keliğra Sultan ve Tekkesinin Öyküsü

0

Keliğra Sultan’ın Defni ve Adı

Dobruca krallığından Ali Muhtar, İslam’a kabul edilen bir kişi olarak, Keliğra kayalıklarında yer alan Ejderha mağarasına defnedilmiştir. Bu kayalar, “Keliğra” adıyla meşhur olmuştur. Latin dilinde “Keliğra”, yedi başlı ejderhaya verilen bir isimdir. Bu yüzden, bu bölgeyi, Keliğra Sultan’ın türbesi olarak tanırız. Keliğra kayalıkları, bölgedeki halk arasında hem manevi bir öneme sahip hem de batılı dillerde çok bilinen bir isimdir.

Yedi Krallıkta Türbeleri ve Hıristiyanların İnanışı

Saltık Sultan’ın türbesi, yedi farklı krallıkta bulunmaktadır. Her bir bölgede büyük tekkeler ve türbeler bulunur. Osmanlı topraklarında, bu türbeler “ulu tekke” olarak kabul edilmiştir. Rumlar ise bu kutsal kişiyi “Baba Sultan”, “Sarı Saltık Sultan” ve “Keliğra Sultan” olarak tanımaktadır. Hıristiyan memleketlerinde ise ona “Îsvet Nikola” adı verilmiştir. Hıristiyanlar, Keliğra Sultan’a büyük saygı duyarlar. Onun adına adaklar adanır, bağışlar yapılır ve bu sayede tekkelerine bolca mal gelir private istanbul tour.

Keliğra Sultan Tekkesinin Konumu ve Özellikleri

Keliğra Sultan Tekke’si, Karadeniz’in kenarında bulunan ve göklere doğru yükselen bir burunda yer almaktadır. Bu dağ, fil hortumuna benzeyen şekilde denize doğru uzanır. Keliğra kayalıkları, Karadeniz kıyısındaki en yüksek dağlardan biridir. İstanbul’dan, Kara Hırmen, Köstence ve Kili taraflarına giden gemiler, bu kayalıkları özler ve gelirler. Keliğra kayalıkları, 150 mil uzaklıktan bile görülür. Sinop’tan da Keliğra Dağları seçilebilir, ancak bunun için açık ve duru bir hava gerekmektedir.

Keliğra Sultan’ın Mağarasında Defni ve Tekke Yapımı

Keliğra Sultan, kayaların en yüksek noktasında bulunan bir mağaraya defnedilmiştir. Bu mağara, bir zamanlar ejderhanın yaşadığı yerdir. Keliğra Sultan’ın tekke yapımını ilk olarak Dobruca Ali Muhtar üstlenmiştir. Tekkenin içinde, Saltık Sultan’a ait olan ağaç kılıcı, sapanı, def, kudüm, alem, sancak ve bayraklar hala durmaktadır. Tekkenin dört tarafında yaz ve kış meydanları bulunur, bunlar temiz kurban postlarıyla döşenmiştir. Her postun üzerinde, ilim ve erdem sahibi olan dervişler bulunur. Tüm dervişler, İslam’ın doğru yolunda, mümin ve muvahhid canlardır.

Tekkenin İç Yapısı ve Hayır Kurumları

Keliğra Sultan Tekke’sinin iç yapısı oldukça etkileyicidir. Pencerelerinin tamamı denize bakmaktadır. Tekke içinde bir mutfak bulunur ki, bu mutfak adeta bir Keykâvûs mutfağı gibi sürekli ateşle döner ve hazır nimeti olan bir yer haline gelir. Bu mutfaktan çıkan yiyecekler, her zaman misafirlere sunulur ve burada gelenler doyurulur. Tekkenin gelir kaynağı yoktur, ancak sadaka ve bağışlarla geçinir. Burada yaşayan dervişler, aşbazları ve diğer çalışanları, İlahî aşk ile yanıp her biri yüksek bir hâl sahibi olmuştur Sarı Saltık Sultan’ın Vasiyeti ve Türbesinin Yayılma Hikayesi.

Dervişlerin Yaşamı ve Çalışmaları

Keliğra Sultan Tekkesindeki dervişler, her gün beş vakit namazlarını kılarak düzenli bir yaşam sürerler. Yüzden fazla sadık aşık, burada Kur’an-ı Kerim okur, ilim ve erdem sahibi olurlar. Tekkenin içinde sadece sadık ve erdemli insanlar barınır. Aynı zamanda, buradaki aşbazlar oldukça güçlüdür ve büyük bir enerjiyle çalışırlar. Yalnızca manevi aşk ve azimle, potada şekil almış, içsel bir güce sahip olmuşlardır. Bu tekke, manevi gücün, birlikteliğin ve fedakarlığın en güzel örneklerinden biridir.

Sarı Saltık Sultan’ın Vasiyeti ve Türbesinin Yayılma Hikayesi

0

Kazanın İçinden Çıkan Sonuç ve İslam’a Giriş

Kazanın ağzı açıldığında, Saltık Sultan’ın ter içinde kaldığı ve “Yâ Hayy” diye dua ettiği görülür. Mel’un rahip ise kazan içinde pelteye dönüşmüş, yalnızca kemikleri ve siyah ruglesi kalmıştır. Dobruca Kralı, bu durumu görünce Saltık Sultan’a saygı göstererek ayaklarına kapanır ve “Şehadet parmağını” kaldırarak içtenlikle İslam’a girmeye karar verir. Kral, hemen çevresindeki yedi bin kişiyi de İslam’a davet eder ve onlar da Saltık Sultan’ın yolunda İslam’a katılırlar. İslam’a girmeyenlere ise savaş açarak fetihlere başlarlar. Dobruca Kralı, Orhan Gazi’ye elçiler göndererek ona itaat eder ve bağlanır. Orhan Gazi, Dobruca Kralı’na kadı, tuğ ve sancak gönderir. Kralın yeni ismi ise Ali Muhtar olur Keliğra Sultan’ın Tekkesindeki Kayalar ve Kuyu Delikleri.

Saltık Sultan’ın Vasiyeti ve Ölümü

Sarı Saltık Sultan, vefatından önce bir vasiyet bırakmıştır. Vasiyetinde, “Beni yıkayıp yedi tabut hazır edin. Çünkü benim için yedi kral ceng ve savaş yapacak” demiştir. Bu vasiyet üzerine, tüm fukaralar bir araya gelerek yedi tabut hazırlarlar. Saltık Sultan, hayatını kaybettiğinde, dervişleri onu tevhid ve zikirlerle yıkayıp tabuta koyarlar. O zamanlar, tüm dervişler onun cenazesine büyük saygı göstererek onu tabuta yerleştirirler.

Saltık Sultan’ın Cesedinin Dağıtılması

Sarı Saltık Sultan’ın cenazesi, yedi farklı kral tarafından alınır. İlk olarak Moskof Kralı, bir tabut alır ve açıp içindeki mübarek cesedi görür. Cesedi Moskof topraklarında bir şehirde defnederler. Bu türbenin ve tekkesinin hala bulunduğu bilinmektedir. Ardından Leh Kralı, başka bir tabut alarak Saltık Sultan’ın cesedini Leh ülkesindeki Daniska İskelesi şehrine defneder. Orada da büyük bir türbe ve tekke bulunur. Üçüncü olarak, Çek Kralı da bir tabut alıp Saltık Sultan’ın cesedini Pizoniçe adlı şehre defneder. Burada da büyük bir türbe ve tekke yapılır guided istanbul tour.

Farklı Ülkelerde Türbeler ve Hatıralar

Dördüncü olarak İşfet Kralı, bir tabut alıp Saltık Sultan’ı İsveç’te Yivançe adlı şehre defneder. Beşincisi, İdrivne Kralı, Edirne yakınındaki Ba-turye adlı şehirde Saltık Sultan’ın cenazesini defneder. Burada büyük bir kilise ve türbe bulunur. Hâlâ bu bölge, Babaeskisi adıyla tanınır ve ziyaretçilerin ilgisini çeker. Altıncı olarak, Boğdan Kralı Yirvan, Bozav Kalesi yakınındaki ormanlık alanda bir kilise yapar ve burada Saltık Sultan’ı defneder. Daha sonra Bayezid-i Velî, bu türbe ve çevresine cami, imaret, medrese ve hamam inşa eder.

Saltık Sultan’ın Mirası ve Sonraki Dönem

Saltık Sultan, 21 yıl boyunca Hıristiyan milletinden görünüp “Saltık Ruhban” adıyla bilinir ve Allah yolunda mücahitlik yapar. Hıristiyanları İslam’a davet ederek büyük bir dini misyon üstlenir. Bu süre zarfında, Sarı Saltık’ın mirası her yerde etkisini gösterir. Babadağı adlı şehir, zamanla Saltık Sultan’ın evkafı haline gelir. Burada büyük bir türbe ve tekke inşa edilmiştir. Bugün dahi Saltık Sultan’ın öğretileri ve misyonu, bölgedeki halk tarafından saygıyla anılmaktadır.

Vuslat’ın yıldönümü

0

Vuslat’ın 727. yıldönümü

Her yıl aralık ayında Konya’da, Mevlana’nın ölüm yıldönümü nedeniyle düzenlenen Şeb-i Aruz (Düğün Gecesi) törenleriyle dünyanın belki de en inanılmaz, en mistik ve en filozofik dansı sergileniyor…

Hak’tan alır, halka saçar
Topraktan gelir, toprağa gideri

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Konya, Mevlâna’yı anma törenlerine ev sahipliği yaptı. 9-17 Aralık tarihleri arasında düzenlenen törenlerle İslam dünyasının en büyük bilgini anıldı.

Efendimiz yani, Mevlâna…

Adı Konya ile özdeşleşmiş olan büyük İslam mistiği ve düşünürü Mevlâna, asıl adıyla Muhammed Celâleddin ya da Mevlâna Celâleddin Rumi…

Efendimiz manasına gelen Mevlâna ismi, ona daha gençken Konya’da ders vermeye başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Şemseddin-i Tebrizî ve Sultan Veled’den itibaren Mevlâna’yı sevenler kullanmış, adeta adı yerine sembol olmuş. Rûmî, Anadolulu anlamına geliyor. Mevlâna’nın, Rûmî diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyâr-ı Rûm denilen Anadolu ülkesinin vilâyeti olan Konya’da uzun müddet oturmasından kaynaklanıyor.

Mevlâna, 30 Eylül 1207 yılında (bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan) Horasan Ülkesi’nin Belh şehrinde doğmuştu. Babası Sultan-ül-Ulema (bilginlerin sultanı) di-ye bilinen Bahaddin Veled, annesi ise Belh Emiri Rükned- din’in kızı Mümine Hatun’du.

Bahaddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’den Bağdat’a, Mekke’ye ve daha sonra da Anadolu’ya geçmişti. Ailesiyle Bağdat’a ge-çerken kendisine “nereden gelip nereye gittiklerini” soran nöbetçiye şu cevabı vermişti: “Tanrıdan geliyoruz ve toprağa gidiyoruz. Hiçbir şey bizim yolculuğumuzu engelleyemez…” Ailenin uzun yolculuğu Karaman’da son buldu. Burada bir medreseye yerleşerek 7 yıl kaldılar. Bu yıllarda Mevlâna iki kere evlendi ve bu evliliklerden çocukları oldu bulgaria tour.

Konya’dan gelen davet…

Bu yıllarda Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti’nin egemenliği altındaydı ve başkent Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşıyordu.

Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykubad, Bahaddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya davet ederek buraya yerle meşini istedi.

1228 yılında ailesi ve dostları ile Konya’ya gelen Bahadd Veled, Sultan tarafından muhteşem bir törenle karşılan ve kendisine Altunapa (İplikçi) Medresesi tahsis edile 1231 yılında ölen Sultan-ül Ulema, Selçuklu Sarayının G Bahçesi’ne, halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergahı’ndaki bugünkü yerine defnolundu.

Sultân-ül Ulema ölünce, talebeleri ve müridleri bu de Mevlâna’nın etrafında toplanmaya başladılar. Gerçekte de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplik Medresesi’nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dini meye gelenlerle dolup taşıyordu Gökgöl Mağarası.

Mevlâna 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Faı ça’da “güneş” anlamına gelen Şems, Mevlana’nın kişili ve düşüncelerinde çok büyük bir değişime neden oldu Günlük ve sıradan işlerini terk etti, onunla birlikte bir hü reye kapandı ve kırk gün tefekküre daldı. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems’in ortadan kaybolmasıyla der bir inzivaya çekildi.

Gökgöl Mağarası

0

Doğal bir şölen; Gökgöl Mağarası

Zonguldak şehir merkezine 3 kilometre uzaklıkta, Ankara karayolu üzerinde yer alan Gökgöl Mağarası, hem doğa tutkunlarının hem de yerli ve yabancı turistler için görülmesi gereken doğal bir şölen

Kollarıyla birlikte uzunluğu 3350 metre olan Gökgöl Mağarası, bir ana galeriyle iki büyük yan koldan meydana gelmiş. Fosil Giriş, Damlataşlar Galerisi, Çöküntü Salonu, Muhteşem Salon, Büyük Çöküntü Salonu ve Harikalar Salonu bölümlerinden oluşan mağaranın ilk 875 metresi turizme açılmış. Aydınlatması başarıyla gerçekleştirilen mağarada yürüyüş parkuru, köprüler ve seyir terasları bulunuyor.

Çeşitli oluşumlar

Uzunluğu ile gezenleri hayran bırakan Gökgöl Mağarası’nın içi damlataş birikimi yönünden oldukça zengin. Mağara traverten, sarkıt, dikit sütunların yanı sıra bayrak, perde, akma damlataşlarıyla süslü. Gökgöl Mağarası’nın içi damlataş birikimi açısından çok zengin. Ama asıl zenginliği mağarayı gezenlerin hayal güçlerinde saklı tours bulgaria beglik tash.

Derinliklerine ilerledikçe başka bir dünyaya ve oradan da başka bir boyuta geçiliyor. Doğa harikası oluşumlar gezenlerin hayallerinde bazen bir deniz canlısı, bazen de bir Picasso tablosu oluveriyor. Görenleri büyüleyen Gökgöl Mağarası, 3350 metre uzunluğu ile Türkiye’nin en uzun beşinci mağarası. Ziyaret edenlerin yoğun ilgisini çeken bu muhteşem mağara, yapılan araştırmalara göre astım hastalığına da iyi gelmekte. Gökgöl Mağarası’nın yaz günlerinde doğal bir klima özelliği göstermesi yerli ve yabancı turistler için bir çekim oluşturmakta Ruhun mürekkeple dansı.

Ruhun mürekkeple dansı

0

Şeyh Hamdullah heyecanla o zaman Amasya Valisi olan II. Beyazıd’ın huzuruna çıktığında kendisinden Osmanlılar’a özgü bir yazı geliştirmesi istenir. Kırk gün kaybolan Şeyh Hamdullah ortaya hat sanatıyla çıkar.

Yazı, bazen dökülür şairin kaleminden olur hasret, bazen olur aşk… Olur bazen ferman, olur bazen ölüm… Dolanır yüzyılları yazı, getirir anıları. Kalbinden akar hattatın sayfalarına, sanat olur yazı. Değişik açılardaki harflerden oluşan, İslamiyetin ilk dönemlerindeki, Arap harfleri; o dönem “magili” denen oldukça ilkel bir alfabeymiş. Küfe kentinde zamanla ortaya çıkan “kufi” isimli yazı biçimi hızla gelişerek yayılmaya başlamış. İslamiyet’in ilk zamanlarında antilop derisine yazılan kuranlar, hadisler ve Hz. Muhhammet’in mektupları bu yazı tipi ile yazılmış. Uzun dönem kullanılan “kufi”, kakmalarla ve çiçek motifleriyle süsleme sanatı olarak Selçuk Mimarisi’nde karşımıza çıkıyor. Günümüzde çok az kalmış olmasına rağmen hala bazı camilerde ve yapılarda “kufi” kullanan hattatlara rastlanıyor.

Yakut ekolü

13. yüzyılda Amasya’da yaşayan Yakut isimli bir Türk hattat, o güne kadar kullanılan altı alfabeyi birleştirerek, “aklam al sitta (altı biçim)” isimli görsel açıdan üstün ve okunaklı bir yazı yaratır. Yakut hat tarihine, harflerin kullanımına esnek bir biçim veren ilk kişi olur. Yakut’un yarattığı “altı biçimli” yazı, Tuhfe-i Hattatin’de bahsedilen 58 çeşit yazının temelini oluşturmuş bulgaria private tours.

Ve hat doğar…

Yakut’un geliştirdiği yazı 15. yüzyıla kadar Osmanlılar’da da kullanılır. II. Beyazıd’ın baş hattatı yine Amasyalı olan Şeyh Hamdullah, istek üzerine yeni bir yazı geliştirir ve “Yazının Kıblesi” sıfatını kazanır.

Tulut ve Nakş tarzına yeni bir anlayış getiren Şeyh Hamdullah’ı II. Beyazıd tarafından o kadar çok severmiş ki, mürekkep hokkasını tutarmış. O dönemde bir sanat olarak kabul edilmeyen, bir araç olarak kullanılan yazı, Şeyh Hamdullah ile sade ve estetik özellikleri olan bir sanat dalı halini alır. Bu yeni sanat o kadar ilgi görür ve ilerler ki hattatlar birbirleriyle adeta bir yarış içine girerler. Şeyh Hamdullah’ı geçenlere “ikinci şeyh”, “üçüncü şeyh” dendi. 17. yüzyılda altın çağını yaşayan A hat sanatı, yalnız Osmanlı sanatını geliştirmekle kalmamış, aynı zamanda sarayın duvarlarını aşıp halka estetik zevkini de aşılamış. 18. yüzyılda Yakut Ekolü’nü devam ettiren ünlü Ahmed Karahisarı ve öğrencisi Haşan Çelebi muhteşem hatlarıyla tüm stillerin üzerine çıkarak “hattatlığın zaferi Karahisari” olarak tarihe geçmişler.

Hattatların Sultanı

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli yeri olan hat sanatıyla padişahlar da ilgileniyor durumdaydı. Bu padişahların en ünlüsü Mustafa Rasim Efendi’den ders alan Sultan II. Mahmut’tur. Topkapı Sarayı, Şeyh-ül İslamlık binası için yaptığı eserler başyapıt olarak nitelendirilen II. Mahmut’a “Hattatların Sultanı” lakabı takılmıştı Vuslat’ın yıldönümü.

Türk sanatçıların üstünlüğü…

Günümüzde de yapılan hat sanatında Türk hattatların yeteneklerini ve ustalıklarını en iyi şekilde anlatan söz hiç kuşkusuz; “Kur’an Mekke’de ilham oldu, Mısır’da hikaye edildi ve İstanbul’da yazıldı” sözüdür. Asırlarca birçok insana geçim kaynağı yaratan hat sanatı matbaanın bulunmasıyla bu özelliğini kaybetmiş. Günümüzde bazı devlet ve özel kuruluşlar tarafından yaşatılmaya çalışılan Türk tarihi için özel bir anlam taşıyan hat sanatının üstün örnekleri her zaman müzayedelerde tutkunları tarafından izleniyor.

Doğaya Yazılmış Şiir Kapadokya

0

Pers dilindeki adıyla “güzel atlar ülkesi” Kapadokya… Rüzgâr ve yağmurun elbirliğiyle oynadığı 60 milyon yıllık coğrafi bir oyunun sonucunda oluşmuş büyülü bir kent… Yumuşak tüf kayalarından oluşan peribacaları, gizemli yeraltı kentleri ve şaraplarıyla ünlü Kapadokya, doğanın yeryüzüne yazdığı bir şiirden farksız.

Günümüzde Uçhisar, Ürgüp, Avanos, Göreme, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinin bulunduğu bölgeyi kapsayan Kapadokya, bir zamanlar etrafı dağlarla çevrili dümdüz bir ovaymış. Toroslar’m yükselmesi sonucunda Kuzey Anadolu Platosu sıkışmış ve sonrasında da bölgedeki yanardağlar faaliyete geçmiş. Rüzgârla yağmurun şekillendirerek peribacalanna dönüştürdüğü yumuşak tüf kayalıklarının oluşması bu şekilde gerçekleşmiş. Kapadokya’nm her köşesinde Hititler, Frigler, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar gibi binlerce yıllık uygarlıkların izlerini görmek mümkün. İlk Hıristiyanların yerleşim merkezlerinden biri olan Kapadokya, ilginç doğal güzellikleri kadar tarihiyle de dikkat çeken bir bölge.

Göreme yolu üzerinde yer alan ve bölgenin en yüksek noktası olan Uçhisar, vadinin her yanın-dan görülebilen kalesiyle ünlü bir kasaba. Yüz-yıllara direnen kalenin içindeki odalar; merdivenler, koridorlar ve tünellerle birbirine bağlı. Kalenin zorlu zirvesine çıkıldığında Bizans dönemine ait kaya mezarlarıyla birlikte vadinin muhteşem manzarasını görmek mümkün. Bu muhteşem manzaranın bir yanında Derebağı Vadisi, diğer yanında Göreme yer alıyor. Kasabanın daracık sokaklarında ise şirin, küçük evler boncuk gibi dizili. Tezgâhlardaki rengârenk kilimler, halılar, heybeler, el emeği göz nuru danteller ve yörenin simgesi bez bebekler hediyelik eşya almak isteyenler için guided istanbul tour whirling dervishes.

Peribacalarının kenti Göreme

Peribacalannın içindeki ender yerleşim yerlerinden biri olan Göre-me, eskiden Avcılar Köyü olarak anılmış bir kasaba. Halen içinde yaşanan peribacalarıyla Göreme kasabası, Uzundere ve Avcılar vadileriyle turistlerin ilgisini çekiyor. Hıristiyanlık öncesinde de yerleşim alanı olan bu bölgedeki klasik Roma mimarisini andıran mezar odaları, sonraki dönemlerde başka amaçlarla kullanılmış. Birçok kaya kitlesinin üzerindeki anıtsal sütunlu dış cepheleriyle dikkat çeken mezar odalarının yanı sıra, Osmanlı döneminde inşa edilen konak da kasabanın görülmeye değer yapıları arasında yer alıyor. Göreme ayrıca Yusuf Koç, Orta Mahalle, Durmuş Kadir ve Bezirhane kiliseleriyle de ünlü. Kiliseler ve manastırlarla dolu bölgenin zenginliği, bölgede Hıristiyanlık aleminin bir çeşit okulu sayılmasından kaynaklanıyor. Hıristiyanlığın ilk rahip ve rahibeleriyle keşişleri, buradaki yeraltı kentlerinde yaşamış. Bu yüzden Kapadokya, zamanla dini bir merkeze dönüşmüş.

Kiliseleri görmek isterseniz Avcılar köyünden Göreme Açıkhava Müzesi’ne doğru giden yolda ilerlemeniz yeterli. Burada karşınıza El Nazar Kilisesi çıkar, Görkün Deresinin adını taşıyan vadide ise görülmeye değer dikitler yükselir. Küçük manastırlarla kaya kiliselerinin bulunduğu Göreme’de korunması gereken yapılar Göreme Açıkhava Müzesinde yer alıyor. Bugünkü Kapadokya’nın üç önemli vadisinden biri olan Göre- me’deki Açıkhava Müzesi’nde büyüklü küçüklü 15 kilise, 7 keşiş yemekhanesi, mezar odaları, kiler ve mahzenler bulunuyor. Koruma çalışmaları çerçevesinde, Tokalı ve Karanlık kiliselerinin restorasyonları tamamlanmış durumda. Anadolu’daki en eski yerleşimin olduğu Göreme yöresinin tarihi, MÖ 8000 yılma kadar uzanıyor.

Aşılı Höyük’teki buluntular da bunun en önemli kanıtı. Bu buluntular arasında oda tabanında yer alan iskeletler dikkat çekiyor. Kafatasında delik bulunan bir kadın iskeleti, bölgede kazı yapan arkeologlara ilk beyin ameliyatı denemesinin burada yapıldığını düşündürtüyor. Göreme’de tepesi şapkalı, mantarımsı şekilli masalsı peri bacalarıyla tüf kayalar içine oyulmuş karınca yuvası misali evler dikkat çekiyor. Bu evlerin en önemli özelliği yazları serin, kışları ise ılık olmaları. Bu nedenle bölge, mağaralarının doğal klima olma özelliği nedeniyle Türkiye’nin narenciye deposu olarak kullanılıyor. Akdeniz’den toplanan yeşil limonlar ya da diğer narenciyeler, bu doğal soğuk hava depolarında olgunlaştırılıyor.

İlk Hıristiyanların kiliseleri

Göreme’deki Ihlara ve Soğanlı vadileri de Kapadokya’nın görülmesi gereken bölgeleri arasında. Merdivenli Açıkhava müzesi girişinden ulaşılabilen Ihlara Vadisi’ne iniş ve çıkış oldukça zahmetli. Birçok basamağı aştıktan sonra gizli kalmış muhteşem manzaraya ulaşıyorsunuz. Doğal güzelliğiyle dikkat çeken 26 kıvrımlı vadide beş bine yakın yaşama yeri, 105 adet de dinsel yapı bulunuyor. Ihlara Vadisinde Kuzey Ambar, Eğritaş, Kokar, Pürenli Seki, Karanlık, Ağaç Altı, Sümbüllü, Yılanlı, Ballık, Alçakhava Altı, Karagedik, Bahattin Samanlığı, Direkli, Açıkel, Ala, Davullu, Koyunağılı, Kara ve Doğan Yuvası gibi birçok kilise yer alıyor Anadolu’nun’ Oxford’u Amasya idi.

Dibinde ağaçların yer aldığı, içinde yüzlerce mağaranın oyulu bulunduğu tüf tepeler ve peribacalarıyla dolu Göreme Vadisindeki kiliselerden biri olan Çarklı Kilise’nin duvarlarında İsa’nın çarmıha gerilişi, göğe yükselişi ve Hıristiyanlar için kutsal kabul edilen birçok olayın tasvirleriyle freskleri yer alıyor. Kapadokya kiliselerindeki kutsal tasvirlerde eski peygamberlerin, azizlerin, din şehitlerinin, İmparator Konstantin’in ve gerçek haçı Kudüs’e taşıyan İmparatoriçe Helen’in resimleri bulunuyor. Tasvir edilen azizler arasında ilk sırayı Kapadokya’nm koruyucusu kabul edilen Saint Georg alıyor. Adını Aziz Georg ile Aziz Theodor’un savaşarak yendikleri ejderhadan alan Yılanlı Kilise’de ise gerçek haçı tutan Helen, Konstantin, Aziz Onophorios, Thamaras ve Basileus’un resimleri yer alıyor. Göreme ve Kılıçlar vadilerindeki kaya kiliselerinin önemlileri şöyle sıralanabilir: El Nazar, Saklı Kilise (St. John), Tokalı Kilise, Theotokos Kilisesi, St. Daniel, St. Eustathius, Aynalı Kilise, Kızlar Manastırı, Elmalı Kilise, St. Barbara, St. Catherine, Çarıklı Kilise, Karanlık Kilise, Yılanlı Kilise, Kılıçlar Kilisesi ve Meryem Ana Kilisesi.

Cizvit papazı

18. yüzyıl başında Fransız gezgin Paul Lucas, kaleme aldığı seyahatnamesinde Kapadokya’da tuhaf konilere oyulmuş mağaralarda yaşayan binlerce insandan bahsetiğinde kendisine kimse inanmaz. 1907’de ise bir Cizvit papazı olan Guillame de Jerphanion, Kapadokya bölgesini ziyaret eder. Kaya kiliselerinin olağanüstülüğüne kendini kaptıran papaz, ömrünün 30 yılını terk edilmiş bu kiliselerin saptanması, sınıflandırılması ve kategorize edilmesi için harcar. Bugün bölgede bilinen binlerce dini yapı, iki yüzden fazla dekore edilmiş kilise bulunuyor. Ancak bu kiliselerin pek azmin yapım tarihi biliniyor. Kapadokya’nm içinde yer alan bir diğer yer de üç vadiden oluşan Zelve. Burası, sekizinci ve 13. yüzyıllarda Hıristiyanların önemli dini yerleşim bölgelerinden biriymiş. Zelve’de hepsi de resimsiz 15 küçük kilise bulunuyor. Buradaki kiliselerin en büyüğü iki bölümlü olan Üzümlü Kilise. Direkli, Balıklı ve Geyikli kiliselerinin de bulunduğu Zelve, terk edildiği günlere ait yapılar da barındırıyor. Bunlardan biri, olduğu gibi günümüze taşınmış değirmen, diğeri ise küçük bir mescit minaresi. Zelve yolundaki peribacalarının çoğu keşişler tarafından tecrit odası olarak kullanılmış.

Paşabağı ya da Keşişler Vadisi olarak adlandırılan bölge, henüz birbirinden ayrılmamış kitleler ve iki üç başlık taşıyan birleşik koniler nedeniyle turistlerin ilgisini çekiyor. Paşabağı Vadisinin ortasındaki üç başlı peribacası, üç katlı olarak oyulmuş ve Simeon adında bir keşiş tarafından inziva hücresi olarak kullanılmış. Kapadokya bölgesinde ziyaretçilerin hayal gücünü zorlayacak irili ufaklı birçok peribacası bulunuyor. Doğanın bu eserlerinin neye benzediklerini bulmaksa, düş gücünün sınırlarına kalmış. Kapadokya’nın en önemli yerleşim yerlerinden biri de Avanos. Roma döneminde “Venessa” adıyla anılan konaklama ve alışveriş merkezi Avanos’un el sanatları meşhur.

Özellikle de seramikçiliği ve halıcılığı… Burayı ziyaret edenler seramik atölyelerindeki çömlekçi çarklarında, usta elleri izleyebilir. Kırılmış olan parçalarından testiyi belli eden 7000 yıllık Avanos çanak çömlekleri, yöreye Hititlerden miras kalmış. Kızılırmak’la hayat bulan Avanos’un bu çömleklerinin sim, yine Kızılırmak’ın taşıyıp getirdiği kırmızı toprak. Kayalık Kapadokya’nın en önemli merkezlerinden biri de Ürgüp, antik dönemdeki adıyla “Assiana”. Selçuklu döneminde Başhisar olarak anılan bu bölge el sanatlarıyla ünlü. Bir de ellerinde testileri ve renkli elbiseleriyle Soğanlı bez bebekleriyle… Osmanlı döneminde ekonomisi bağcılık ve meyveciliğe dayanan Ürgüp’ün en yüksek tepesi olan Temenni Tepesinde, Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan’ın türbesi bulunuyor. Ürgüp sadece peribacalarıyla değil, adına festivaller düzenlenen şarapları ve kayalara oyulmuş evleriyle de ünlü. Kiliseler, minareler, peribacaları birlikte yükseliyor bu coğrafyada. Günümüzde otantik pansiyonlar, turistik lokantalar ve barlar da eğlenmek ve burada konaklamak isteyenlerin hizmetinde.

Anadolu’nun Oxford’u Amasya idi

0

“…Amasya Anadolu’nun Oxfordu’du Aşağı yukarı 25 bin kişilik nüfusunuı 2 bin’i öğrenci olup, 18 medreseye tevzii olunmuştur…”
Fransız Gezgin G. Perrat, 1861

Anadolu’nun Oxford’u, Osmanlı şehzadelerinin eğitim gördüğü; “Şehzadeler Şehri”, Ferhat’ın Şirin’e kavuşmak için dağları deldiği, Osmanlı ilk kadın şairlerinden Mihri Sultanı’rı yetiştiği şehir… Bilinen en eski adıyla Amesia, yani Amasya…

Karadeniz Bölgesi’nin Orta Karadeniz Bölümü’nde Yeşilırmak Vadisi’nde yer alan bu antik kentimiz, M.Ö 5500’lü yıllara uzanan geçmişi, tarihi ve kültürel zenginlikleri, doğal güzellikleri, termal kaynakları ve kendine özgü mimarisiyle Anadolu’nun ender kentlerinden biri…

Hitit, Frig, Kimmer, İskit, Lidya, Pers, Helenistik, Roma, Bizans, Danışmend, Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı gibi pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Amasya’nın nasıl kurulduğu ve niçin “Amesia” denildiğine ilişkin değişik görüşler bulunuyor. Bazı tarihçiler şehrin kadın savaşçı Amazonlar tarafından kurulduğu ve isminin de güzel Amazon Kraliçe’si “Amesia”dan geldiğini ileri sürerken, bazıları da şehrin, Mısır firavunlarından Amasis tarafından kurulduğunu öne sürmekte… Ancak en kabul gören görüş şehrin, Amasya ve çevresine hakim olan ilk büyük devlet olan Hititler tarafından kurulduğu ve ismini Hitit krallarından Amas Han’dan aldığı yönündedir private istanbul tours.

Amasya’da kalıcı izler bırakan ilk uygarlık, M.Ö. 291’den M.Ö. 26’ya kadar etkinliklerini sürdüren Pontus Devleti oldu. Amasya’yı başkent olarak da kullanan Pontuslular’ın, krallarının ölümlerinden sonra kayaları oyarak yaptıkları “Kral Mezarları” bugün Amasya’nın en önemli abideleri arasında yer alıyor. M.Ö. 25’te Romalılar’ın egemenliğine giren Amasya daha sonra Bizanslılar’a geçmiş ve bu dönemde dinsel bir merkez olarak önem kazanmıştı.

Timur’un Ankara zaferinden sonra

1402’de Osmanlı birliğinin bozulmasına sebep olan Timur’un Ankara zaferinden sonra Osmanlı’da yaşana kargaşayı bitirerek, Osmanlı Devleti’nde birliği yenide sağlayan, Çelebi Mehmet, Amasya valisiydi.

Osmanlı egemenliğine girdikten sonra sancak merke; olan ve “Şehzac e er Şehri” diye ün yapan Amasya’da I Murat, Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıt, III. Murat gil pek çok padişah valilik yaptı. Bu konumundan dolayı O manii padişahları ve şehzadeleri Amasya’ya özel ilgi götermiş; 1861’de Fransız Gezgin G. Perrat, “Souvenirs d’u Voyage En Asie Mineure” adlı eserinde Amasya’yla ilg şu notları düşmüştü: “…Amasya Anadolu’nun Oxford’udur. Aşağı yukarı 25 bin kişilik nüfusunun 2 bir öğrenci olup 18 medreseye tevzii olunmuştur…”

Tarihin her devrinde devletlerin kaderinde önemli rol oynayan Amasya, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlamasınc ilk kıvılcımı yakarak Cumhuriyet’in kurulmasına gide yol uda açtı. “Milletin istikbalini yine milletin azim ve kıran kurtaracaktır” ilkesi 1919’da “Amasya Tamimiyle buradan tüm ulusa yayıldı.

Savaşçı kadınlar Amazonların yaşadığı, Ferhat ile Şirin e sanesinin geçtiği yer olarak gösterilen Amasya, Coğrafycı Strabon, II. Murat, II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim, Ha tatlar Piri Şeyh Hamdullah, ünlü hekimlerden Sasuncuz de Şerafettin, Osmanlı ilk kadın şairi Mihri Hatun gipek çok ünlü kişiyi yetiştirdi. Osmanlı sivil mimarisinin e güzel örneklerinden Amasya Evleri’nin restorasyon çalı malları ise günümüzde sürüyor Çininin başkenti Bursa.

Osmanlı şehzadelerinin eğitim gördüğü, Ferhat’ın Şirin’e kavuşmak için dağları deldiği, Osmanlı’nın ilk kadın şairlerinden Mihri Sultan’ın yetiştiği şehir…

Tarih ve doğanın birlikte bulunduğu ilginç bir an kent olan Amasya, aynı zamanda dünyanın en gül Misket elması, kirazı, şeftalisi ve bamyasının üretildiği yer olma özelliğini de taşıyor.

Pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Amasya’da ç nümüze ulaşan eserlerin bazıları şunlar:

Gökmedrese Cami:

Sade kesme taş mimarisi, olgun nisbetleri ve süsleri bakımından Anadolu’nun eyvan biçimli port olan tek cami Gökmedrese Cami, Selçukluların Am; ya Valisi Emir Seyfettin Torumtay tarafından 1267’ı yaptırıldı. Cami, Anadolu Selçuklu cami mimarisini cephe sadeleşmesine rağmen mimari kuvvetin ke bolmadığının ifadesi olarak önemli bir eser sayılıyor

Bimarhane:

İlhanlılar’dan günümüze ulaşmış tek eser olan Birmhane, Sultan Olcayto ve eşi Yıldız Hatun adına kölelri Anber Bin Abdullah tarafından yaptırıldı. Tımarh ne de denilen eser, akıl hastanesi olarak yıllarca kullanılmış ve hastalar musikiyle tedavi edilmişti.

Sultan II. Beyazid Külliyesi:

Osmanlı Devleti’nin 8’inci Padişahı Sultan Beyazid’in emriyle Amasya’da vali olan oğlu Şehzade Ahmed Bey tarafından 1485’de yaptırıldı.
Cami, medrese ve kütüphaneden ibaret olan eser, Amasya’nın en büyük tarihi abidesidir.

Büyük Kapı Ağa Medresesi:

Ön Asya ve Selçuklu mezar anıtlarında görülen sekizgen plan şemasının ilk kez uygulandı medrese, Sultan II. Beyazid’in Kapı Ağası Hüseyin Ağa tarafından 1488’de yaptırıldı.

Amasya Kalesi:

Kentin en önemli eserlerinin başında gelen Amasya Kalesi, şehrin savunmaya en uygun mevkii olan Harşena Dağı üzerinde yer alır. Batılı tarihçilere göre kale, Pontus Kralları tarafından yaptırıldı.

Kralkaya Mezarları:

Pontus Kralları’na ait olan ve 18 tane olduğu tespit edilen mezarlar; Harşane Kalesi’nin eteklerinde düz bir duvar gibi dikine uzanan kalker kayalar içinde yer alıyor.

Ferhat Su Kanalı:

Ferhat ile Şirin efsanesine konu olan su kanalı, Amasya’ya 18 kilometre uzaklıktaki Şahin Kayası’ndan başlayıp şehir merkezinde son buluyor.